21 Şubat 2009 Cumartesi

Stockholm’den bir mektup var; On ikinci yazı

Beyaz Pardösülü Adam'dan sonra bu kez Yeşil Pardösülü bir Adam mektup gönderdi. Bu mektup, Stockholm'den. Fotoğraflarla birlikte değiştirmeden yayınlıyorum. T.S.

'Sayın Yazar,
Blog çalışmalarınızı gördüm. Washington ve New York kaynaklı kısa mektupları okudum. Bu konudaki görüşlerimi size iletmek isterim. Kısacası, ileri sürdüğünüz görüş açıları beni fazla ilgilendirmiyor. Bununla birlikte bana göre şunlar da var.

Her ne kadar uzman olmasam da (sezdiğim kadarıyla); “mektup türü, mektup yazmak” gibi özel konularda farklı bir yol izleyerek kalem oynatmayı seviyor olmanız, tümce kuruluşlarınıza yansıyor. Bu iyi midir, nedir bilemem. Bir bakıma anlatım özellikleri, açıkçası anlatım özellikleri benim merak ettiğim konular değil.

Ben, dil çalışması gerektiren yazım tekniklerinden çok, görsel olan anlatım ile ilgilenirim. Görüntü, evet! Görüntünün dili... ve görüntü anlatımı... Kapı, pencere, duvar, nesneler, şeyler, eşyalar; objelerin duruşları ne söylüyor? O duruşları bu nesnelere kimler verdi? Neden?

Bu nesnelerin arkaplanlarında, onların yapılma sürelerinde neler oldu? Bu objeleri yapanlar kimlerdir, nasıl yaşadılar, nerede doğdular? Aileleri nasıl bir topluluktu; neden başka tür değil de bizim gördüğümüz konumda yaptılar? Bu nesnelere bakarak, onların arkasındaki dili; görünmeyeni, saklı anlatımı merak ediyorum.

Çağımızın eğilimi de budur. Örnek mi istersiniz? Aşağıda sunuyorum. Evet az olsa da siz de fotoğraf yayınlamaktasınız. Ben de bu yolu denemek isterim. Buyurunuz! Fotoğraflar ilişikte.

Fakat sizden bir beklentim var. Size ilettiğim görüntülerden yola çıkarak düşüncelerinizi bana yazar mısınız? Konu nedir, diye ayrıca sormaya gerek var mı? Simetrik bir yapının giriş merdivenlerine yaklaşan bir adamı sunuyor ilk görüntü. Bakın, farklı açı veren bir başka kare ile sizi bu soru külfetinden kurtaracağım. Bu görsel malzemenin vereceği bilgi için ayrıca yazmamı ister misiniz?

Bakın, Yeşil Pardösülü bir adam bir yapının merdivenlerine sokuldu. Evet simetrik bir yapının girişi, oraya yaklaşan Yeşil Pardösülü Adam kapıya dayandı. Kapının yanında, ikinci karede bir afiş var.

Bakın, bakın ikinci karede gördüğünüz pano ilginç değil mi? Bu iki slayt size bir anımsatma verir mi bilemem. Belki de; “nereden bu fotoğraflar,” diye soracaksınız bana?

Olur ya anımsamakta zorlanabilirsiniz. Bakın, farklı açı veren bir başka kare ile sizi soru külfetinden kurtaracağım. Buraya kadar olanlarda anlaşılmadık bir durum yok sanırım.

İlk görüntüde giriş merdivenlerine yaklaşan adam, ikinci karede panoya bakıyor. Kısacası Yeşil Pardösülü Adam kapının yanında bu duyuruyu okuyor. Hani mektup üzerine varyantları olan görüşler yazıyor ve yayınlıyorsunuz da! Oysa bir de; “bir fotoğraf nasıl okunur” konusu var. Yanılıyor muyum? Size ilettiğim fotoğrafların da bir dili var sanırım. Neler yazıyorum! Olmaz mı!

Tamam! Mektup yazma teknikleri ve “biçem” konusuna itiraz etmiyorum. "İnsan kullandığı dili, teknik kullanım açısından işleye işleye işlek kılabilir," sözünüze de katılırım.

İyi de, mektup salt teknik konuları mı içermeli? İlettiğim görüntülerdeki afiş, (siz duyuru deyin isterseniz,) bakın, konuşma/düşünceleri yazma serbestliği konusunda insanlara çağrı çıkarmış.

Belki bu çağrı sizin işin daha ilginç bir alan olur. Bilemem... Üçüncü fotoğrafı ise, bu yeri/mekanı anımsamanız için ayrıca ekledim. Merak edersiniz diye, İsveççe tümceyi de yazıyorum.

“Yttrandefrihet- var gor grensen?” (Freedom of Speech) Türkçesi şöyle olabilir; “düşünceleri açıklama” veya “konuşma sınırları nereye gidiyor?”

Sormak istediğim şudur, hani, “mektup, mektup” diyorsunuz da; “düşünceleri açıklama” gibi bir sınırı var mıdır mektup yazmanın? Daha düzgün bir soru şöyle; mektup yazmada ifade etme sınırları olur mu? Hoşça kalınız... Saygılarımla...'
Stockholm, İsveç
Not;Fotoğraflarda; Konutun en üstünde “Svenska Akademien” yazısı var. Orta kapının camında; “Nobel Museum” tümcesi de görünecektir. Son fotoğraf ise Gamlastan.

2 Şubat 2009 Pazartesi

'Beyaz Pardösülü Adam'a bir mektup daha; On birinci yazı

Sayın Gazeteci,

Değişen dünyayı algılamak için sözlü dil yetmez insana tümcesini dördüncü yazıda kullandım. İnandırıcı olsun, olmasın görüleceği gibi, yazıdan başka söz, yazıdan başka kanıt yok elimizde.

Eskiden kimileri için; “adamın sözü senettir,” derlerdi. Yok böyle bir gerçeklik şimdi.

Belki unuttunuz! Bellek unutur! Başa döneceğim. Burada, önümüzdeki ekranda yazılı bir dünya var.

İşlerinizin yoğun trafiği içinde kısa bir anımsatma yapacağım. İlettiğiniz haberleri, burada;http://tekinsonmez.wordpress.com/ içindeki ; Tekin SonMez Blog duvarında yayınladım.

Neden yayınladım? Buna daha sonra değineceğim.

“Sizinle bir yerde, evet, fakat nerede karşılaştık, aradan kaç yıl geçti, bilemem,” diye bir tümceniz vardı. (Siz “ileti” deseniz de ben buna “mektup” diyeceğim. Her neyse… )

Bu durum, son günlerde sık sık karşılaştığım bir sanrı oldu. Sır gibi bir şey! Yanıma sokulan birisi, daha iki gün önce, birden durdu ;”Sayın Yazar,” dedi.

Benim şaşkınlıkla ona sessizce bakışım üzerine; “Afedersiniz, sizi birisine benzettim,” dedi ve gitti. Sizden ilk mektubu alınca yanılmadığımı düşündüm.

Sayın Gazeteci,
Sizinle ilk kez nerede, ne zaman karşılaştık? Gerçekten karşılaştık mı?

“Ben gazeteciyim, bir mektuba nereden başlanır, bunu da bilmiyorum,” diye not düşmüşsünüz.

Daha çocukken, ilk yıllarda çok çok mektup yazanların, daha sonra gazeteci olduklarını bilirim.

Eli kalem tutanların kamuya sundukları mektuplar toplamı değil midir gazete; ve böyle değilse gazetecilik nedir? Evet! Kamu tarafından okunmak üzere yazılan mektupların sunulduğu bir platform vardı ilk çağlarda.

Duvar Gazeteciliği! Şöyle ki, bakın, bundan önce mektup vardı.

Bana ilettiğiniz ilk mektubu Duvar Gazeteciliği yaparcasına bu nedenle burada yayınladım.

Şöyle bir konu daha var; gazeteye haber yazmanız kolay da, birine mektup yazmanız daha mı zor?

Evet! Bu olabilir! Mektup daha özel bir düzlemde, daha öznel bir yazılım, şöyle ki açılım bekler, ister.

Gazete yazıları ise kamu için uyarıcı, aydınlatıcı ve daha özü haber verme gerekçesiyle kaleme alınmış yansız duyurulardır, diyebilirim.

Siz diyorsunuz ki; “Mektup yazsam ne olur, yazmasam ne olur! Kaldı ki bir mektuba nereden başlanır, bunu da bilmiyorum.

Mektup yazmaya nereden başlayacaksınız? Kolayı var! “Sizinle bir yerde, evet, fakat nerede karşılaştık, aradan kaç yıl geçti, bilemem,” diye yazmıştınız.

İşte size bir başlangıç yazma konusu… Nerede ve nasıl karşılaştık? Bunu anlatın lütfen! Bu arada kendinizden söz etmeseniz de olur…

Yazın! Beni nerede tanıdınız, o yeri anlatın yeter… İnanın bana… Yitik geçmişimle karşılaşacağım için, mutlu da olurum yazarsanız eğer…

Hemen kısa süre önce ilettiğim mektubun (eskilerin dediği gibi mektubun mürekkebi kurumadan) yanıtını almadan, bunun için ivedi, bir daha yazıyorum.

Sevgi, içtenlik…
Tekin SonMez

New York, New York

1 Şubat 2009 Pazar

'Beyaz Pardösülü Adam'a bir mektup var; Onuncu yazı

Sayın Gazeteci,

Washington DC, sizin ilettiğiniz kısa haberle burada ilginç bir görüntü verdi. Salt ben değilim, tanışlarım da bu habere şaşırıverdiler…Orada göremediğimiz kim bilir daha neler var, diye söylendiler bile. Oysa öte tarafta ihtişamlı bir tören vardı.

Şöyle ki siz oradan kısa bir haber ilettiğiniz günlerde dünya medyası ABD Başkanı Barack Hussein Obama’nın görev alma törenini izlemek için oradan oraya koşuyordu. Bu törenin ayrıntılı haberleri yayınlandı şurada burada.

Siz, “Beyaz Pardösülü Adam” imzası altında bu tür haberler peşinde olmadığınızı belli etmek istercesine başka bir noktayı fokus,( pardon) odak yaptınız kameranıza.

Bunu ilk başta anlamakta zorlanmış olabilirim. Daha sonra düşündüm ve farklı bir yere baktığınızı gördüm. Aslında göstermek istediğiniz yer moda dünyası mıdır?

Serbest piyasadaki ekonomik kriz, belki de ABD Başkanı Barack Hussein Obama’nın sevimli posterleri ile ya da giysilerin ve şapkaların üzerlerinde yeni başkanın gülümseyen bakışları ile aşılmaya gayret ediliyor, demek isteyen bir haliniz var. Tüm törenden bize ileteceğiniz izlenimler bu kadar mı?

Örneğin bir başka konu daha var. Afrika Sanatı temsilcisi bir fotoğraf ilettiniz. Bu simgesel gönderiyi bir sonraki mektupta açacak mısınız?

Dünyanın en hızlı gazetecisi değilsiniz. Böyle olmanız da gerekmiyor bana kalırsa. Bununla birlikte bende şaşkınlık yarattınız.

Sizi koşarken gördüğümde, “tamam, işte” dedim modern dünyanın aradığı adam. Bir elinde mini bilgisayar, öteki elinde mini kamera, bir haber peşinde koşuyor. Onun yerinde olmak isterdim…”

Ben şöyle düşünüyorum. Mektubun bir arkaplanı olmalıdır. Bu bir!

Tıpkı mektup gibi bir haberin ve o haberi ileten kişinin de bir arkaplanı vardır. Bu da iki!

Bu çıkış noktasına göre, sizin de bir arka planınız olmalı. Bunu merak ediyorum.

Mektup yazmak yalnızlık töreni midir, derken bunu açmak isterim.

Daha ileri giderek şunu araştırmak isterim, mektup türü, salt yalnızlık çekenlerin başvurdukları, bir anlamda yaşama tutunma ve kendisini boşlukta duyumsayanların öteki insanlarla ilinti kurma yolu mudur?

Buradan, şuraya geleceğim: ABD Başkanı Barack Hussein Obama’nın sevimli posterleri ile ya da giysilerin ve şapkaların üzerlerinde yeni başkanın gülümseyen bakışlarının arkasında, derin bir yalnızlık mı var? Kimsenin göremediği bir yalnızlık… Bunu mu göstermek istediniz aslında?

Sevgi, içtenlik

Tekin Sonmez

New York, New York