26 Ocak 2009 Pazartesi

Mektup yazmak, yalnızlık töreni midir? Dokuzuncu yazı

Değerli…

Mektup yazmak, yalnızlık töreni midir? Mektup yazmak yalnızlık mıdır? Mektup türü, salt yalnızlık çekenlerin başvurdukları, bir anlamda yaşama tutunma uğraşısı mıdır?

Salt yalnızlık söz konusu olduğunda, bunun giderilmesi için ortak bir paylaşım odağı yaratmak olabilir mi mektup yazmak ?

Böyle değilse mektup ve yalnızlık konusunu daha sonraya almak üzere, Beyaz Pardösülü Adam’ın ilettiği öteki mektuba ve fotoğrafa geçiyorum.

“Sayın Yazar,
“ABD Başkanı Barack Hussein Obama ile ilişkin ilettiğim iki fotoğrafı yayınlamışsınız. Teşekkür ederim.

“Evet! Her yerde tıpkı ünlü bir marka gibi onun görüntüleri ile süslenmiş eşyalar var. Ben bir gazeteci olarak Obama’yı farklı bir açıdan görmek istedim ve Afrika Sanatı konusunda Washington DC’deki birkaç galeriye kısa bir gezinti yaptım. Buradan size Afrika Sanatını temsil eden bir mektup/fotoğraf iletiyorum.

“Buna mektup/fotoğraf diyebilir miyiz? Daha önce değindiğiniz; ‘kendisinden uzaklaşma’ tanımınızın açıklığa kavuşması gibi, bu konuyu da daha sonraya erteliyorum.

“Konudan uzaklaşmadan şunu söylemek isterim: Washington DC, şu günlerde bir karnaval yaşamaktadır. Bu karnavalı, yüz binlerin katıldığı bir tören olarak da görebilirsiniz.

“Sonunda insanlar bu karnavala ya da törene katılmakla bir tür ifade, bir tür duyguları açıklama yolu seçmiş oluyorlar bana göre.

“Washington DC bu anlamda, bu törene katılan insanların kendilerini ifade etmeleri ve bu tür bir etkinlikle dünyaya açılma ve bir anlamda umutsuzluktan, karamsarlıktan ve içe kapanıklıktan ve yalnızlık duyumundan kurtulma gayretleridir bana göre.

“Hoşça kalınız…”

Washington DC

21 Ocak 2009 Çarşamba

'Beyaz Pardösülü Adam'dan mektup var; Sekizinci yazı

Değerli...
“Beyaz Pardösülü Adam” nereye koşuyor diye merak etmiş ve ilettiği fotoğrafı yedinci yazının sonuna iliştirmiştim. Gelen mektubu da sizlerle paylaşmak için aynen sunuyorum.

"Sayın Yazar,
"Beyaz Pardösülü Adam, kısa bir süre olsa bile kendisinden uzaklaşmak için bu fotoğrafı iliştirmiş. Mektup yazacağını sanıyor ve fotoğrafı yayınlıyorum," açıklaması ile benden söz etmişsiniz. Teşekkür ederim.

Mektubunuzdaki; "kendisinden uzaklaşmak için bu fotoğrafı iliştirmiş, "türünden değindiğiniz özel konulara belki daha sonra zaman ayırabilirim.

Şimdi bulunduğum yerden size iletmek istediğim izlenimlerim var. Her yerde onu görebilirsiniz! ABD Başkanı Barack Hussein Obama...Kapak fotoğraflarının süslediği seçkin kitap raflarında o var. Sadece kitap rafları da değil. Hemen her yerde görünüyor. Vitrinler, afişler, giysiler, şapkalar... Onu, ünlü markalarla yan yana gelen yeni bir yıldızın görkemli parlayışına benzetebilirsiniz.

Daha önceki başkanların yaşamlarında böyle bir durum oldu mu? Bu sorunun yanıtını verecek durumda değilim. Bağlı olduğum gazeteye haber iletmek için koşuyor, zamana karşı yarışıyorum. Bir kısa mektupla anlatılacak dar bir konu değil bu durum.

Daha önce ilettiğim; "The Smithsonian Institution Building" fotoğrafı için ayrıca bir açıklama yazmayacağım. Bazı fotoğraflar mektuplardan daha çok şey anlatabilirler.

Fakat bir mektup konulara yaklaşımı ile ne kadar okunabilir bilemiyorum. Gazetecilikte fotoğrafı okumak diye bir deyim var. İlişikte kitap raflarıyla ilişkin bir gösteren var. Daha önce koştuğum yerin "Castle" de denilen "The Smithsonian Institution Building" fotoğrafını, yedinci yazının altına koymuşsunuz. Burası törene katılacak kalabalığa çok yakın bir alan.

ABD Başkanı Barack Hussein Obama, törenle görev alacak. Onu alkışlayan yüzbinleri yerinde görmek için yola çıkarken koşuyordum ve o sırada sizinle yüzyüze geldim. "Yazacağım" diye verdiğim sözü kısa da olsa mektup yazarak yerine getiriyorum.

Hoşça kalınız...

Washington DC

19 Ocak 2009 Pazartesi

Fotoğrafla gelen bir mektup haberi; Yedinci yazı

Değerli...

Doğu yakasında yürüdüğüm büyük parkın sınırı birden sona ermişti önümde. Dün kendimden uzaklaşmak için çıkmıştım sokağa.

İnsanlar da dört mevsim yeşil yapraklarını koruyan ağaçlara benzer, sözleri uçuyordu zihnimde.

Arkadan hızla gelip öne geçerek koşan “Beyaz Pardösülü Adam” ın bir elinde bir reklam afişi gibi minik bir bilgisayar vardı. Başını bir an geri döndürmüş ve; “Mektup yazın,” başlıklı iletinizi biraz önce aldım, trende mektup yazacağım,” diyerek koşa koşa uzaklaşmıştı.

Bu şaşkınlığımdam kurtulamamıştım ki, aşağıda izleyeceğiniz görsel iletiyi aldım. Ne yazacağımı bilemiyorum şimdi burada. Mektup yerine bana ulaşan Washington'da ünlü bir müze fotoğrafı var.

"Gelenlerin içinden kimileri mektup özelliği öne alınarak yayınlanacak," sözüm de bellek dağarımda duruyor. Mektup yazmak ya da yazmamak, nedir," tümcesini de unutmuş değilim.

"Mektup yazacağım, diye söz verdim" diyor, Beyaz Pardösülü Adam, kısaca iliştirdiği notta.
"Size ilk fırsatta yazacağım sözüm sözdür," diye bir ek daha yapmış.

Burada anladığım kadarıyla, Beyaz Pardösülü Adam, kısa bir süre olsa bile (belki uzun bir süreyi içerebilir bir durumdur bu) kendisinden uzaklaşmak için bu fotoğrafı iliştirmiş. Ne zaman, nerede kendisine dönerse, orada mektup yazacağını sanıyorum, Beyaz Pardösülü Adam'ın. Ona bu şansı veriyor ve fotoğrafı yayınlıyorum.

Evet! Mektup yazmak, insanın kendisinden dışarı çıkmasıdır, bir yanı ile. Öteki yanı ise mektup yazmak için insanın kendisine dönmesi gerekir.

Uzlaşmaz ikilik gibi görünen bu durum, aslında bir şeyin öteki şeye dönüşmesi imgelemine bağlı koşulları da yedeğinde getirebilir. Kişinin varoluşma dağarına göre değişen şeylerdir bunlar.

İnsanlar da dört mevsim yeşil yapraklarını koruyan ağaçlara benzer, sözümü başka bir yerde daha oylumlu bir açıdan yeniden güncellemek isterim.

Bu, şu demektir belki de; her insan mektup yazma becerisini sadece bir ya da iki mevsimde gösterebilir... Mevsimler gelir geçer ve hiç mektup yazmadan, daha doğrusu iz bırakmadan gidenler de olur...

Sevgi, içtenklik...
Tekin Sonmez

Washington DC

18 Ocak 2009 Pazar

Mektup yazmak insanın kendisinden dışarı çıkmasıdır; Altıncı yazı

Mektup türünün, bir yazınsal metin olarak onaylanmasının üzerinden geçen süre fazla değil. Mektup yazmak ya da yazmamak, nedir?

Mektubun geçirdiği evreler, bugün vardığı yer ve işlevselliği ile toplumsal varlık sarmalında yüklendiği önem ve insan çevresinde zihinsel; ussal, estetik ve etik değerleri tetikleyen, kılgıcı dünya ve ruhanilik arasında örnekleri ile köprü görevini de üstlenen bu tür, şöyle ki mektup konusu şöyle böyle kimi ayrıntılarla önümüzdeki günlerde de sürecek. Gelenlerin içinden kimileri mektup özelliği öne alınarak yayınlanacak...

Siyasal propagandanın dışında bireyi içselliği ve içtenliği ölçüsünde açımlayan ve yazınsal niteliği ile yüce duyguları kılgıcı dünyanın haddesinden geçiren, nesnellikleri ve duyarlıkları ile insanı, çevre döngüsü sarmalına yerleştirip betimleyen; insandaki anlık duyumların da sözcüsü olan bu tür mektuplar için, evet yer açılacak bu köşede.

Öteki bir başka köşede ise “deneme” yazın türü örneklerini izleyeceğiz.

Neden "mektup" ve "deneme" yazın türleri sorusu daha sonra yazı masasına gelecek ve bu tür örnekleri ile burada öne çıkacak. Şimdi buradan dışarı çıkalım ve gökyüzüne bakalım. Evet!

Evet! Mektup yazmak, insanın kendisinden dışarı çıkmasıdır. Dün tıpkı böyle oldu. Evet! Kendimden dışarıya çıkıyormuşum gibi bulunduğum yerden dışarı çıktım dün. "Mektup yazar mısınız,” sözünü yineleyerek çıktım sokağa. Dün karlı bir gündü. Mavi Gezegen soğuyormuş!

Buzul çağının habercisi sayılan bu durum, gazetelerin arka sayfalarında, sesi kısılmış söz gibi süslenmişti. Baskıya uğrayarak sindirilen insan sesi gibi geldi bu haber bana. Ne yapabilirim!

Dün belki de bundan kendimden uzaklaşmak için çıktım sokağa. Buzul bir yel esti karşıdan yüzüme doğru. Yaprakları dökülmüş ağaçlar dikkatimi çekmiş olmalı, düşünmeye başladım.

Buzul çağında ağaçlar ne kadar süre baharı bekleyecekler, diye sordum. Bunun ardında, dört mevsim yeşil yapraklarını koruyan ağaçlardaki giz ilgimi çekti. O sırada yürüme ilgim zayıflamıştı ve sadece ayaklarımın çıkardığı sesleri işitiyordum.

İnsanlar da dört mevsim yeşil yapraklarını koruyan ağaçlara benzer, sözleri uçuştu zihnimde. Bu konu yürüdükçe daha da yoğun su akışı gibi gürleyerek düşüncelerimin önüne geçti ve beni sardı.

Nerede olduğumu unutmuştum. Doğu yakasında yürüdüğüm büyük parkın sınırı birden sona erdi önümde. Bu sırada arkadan hızla gelip öne geçerek koşan “Beyaz Pardösülü Adam” başını bir an geri döndürdü (bir reklam afişi gibi bir elinde minik bir bilgisayar vardı) ve bana seslendi.

“Mektup yazın,” başlıklı iletinizi biraz önce aldım, trende mektup yazacağım,” dedi ve koşarak uzaklaştı.

Tekin Sonmez

New York

17 Ocak 2009 Cumartesi

Bir Mektup geldi; Beşinci yazı

Sayın Yazar,

“Konu ne olursa olsun, bana kısa bir mektup yazar mısınız,” diyen iletinizi okudum. Başınız yine dertle mi yüklü kestiremiyorum. Fakat anladığım kadarıyla, şimdi başka bir serüvene kalkışıyorsunuz.

Bir serüvenden ötekine koşuyordunuz o ilk karşılaştığımız günlerde yine.

Sizinle bir yerde, evet, fakat nerede karşılaştık, aradan kaç yıl geçti, bilemem. Hem karşılaşmak o denli önemli de değil bana göre.

Size kendimi tanıtmadan önce böyle hemen yazmaya başlamam doğru mu?

Hem başka şeyler gibi beni tanımanız da, sizin açınızdan önemli değil bana kalırsa. Benim açımdan sorun şuradan kaynaklanıyor sanırım. Kendimi burada tek başına unutulmuş hissediyorum.

Sorumlusu kim bilmiyorum fakat ne soran ne de arayan var! “Bana mektup yaz,” diyorsunuz. Bu öneri bir mektup yazma duygusu için yeterli olabilir mi? Mektup yazmak yalnızlık duygusunu yenmek için yeterli olur mu?

Mektup yazsam ne olur, yazmasam ne olur! Kaldı ki bir mektuba nereden başlanır, bunu da bilmiyorum.

Kendimden mi söz edeyim, yoksa bulunduğum yerden mi söz edeyim? Çevremdeki sürüsüne bereket mutsuz insanlardan mı söz edeyim?

Kimileyin hoşlanmadığı bir rolü oynamak zorunda kalmış gibi olur insan, kimi yerde diyorlar.

Çevresindeki insanlara mutluluk servisi yapmak için esir edilmiş insan rolü vardır. Benim durumumda olan ötekiler gibi ben de bu rolü ödünç almış gibiyim. Hani bir garson isen eğer servis yaparsın, yemek sonrası bir teşekkür beklersin değil mi?

Bunu bile çok görüyor insanlar bana! Hani insanları mutlu görsem çekip yoluma ıslık çala çala gideceğim ve geriye dönüp bakmayacağım bir daha.

Böyle bir şey mi, böyle bir çıkış noktası mı şimdi mektup yazma, ya da yazmama duyumu?

Size hayranlığım şu noktada pekişti. Nereye gitseniz, ardınızdan gelir bulurum sizi bu nedenle. Size saygısızlık mı yaptılar! Tek sözcük etmeden çıkıp gidiyor ve bir kez daha dönüp bakmıyorsunuz.

Ben bunu başaramam işte. Size hayranlığım budur. Bu durumda şu soru kafamı kurcalıyor yine de.

Böyle ise her insan her rolü oynayamaz. Değil mi? Dramayı oynamaktan hoşlananlar vardır.

Komediyi oynamaktan nefret edenler olduğu gibi, trajik olanla yüklü sahneler sarar kimileyin insanı.

Her insan değil fakat insan yakınmayı sever. “İnsan mazlum rolünü sever ,”diye işitmiştim. Acındırma rolü ile büyütülmüş milyonlarca insan var. Şimdi bunları bir yana bıraktım. Daha ciddi bir konu var.
Ben mektup yazmanın, teknik bir işlem olduğunu düşünürüm.

Oysa her insan mektup yazamaz, bu doğru mu? Yazarlar arasında da zorlananlar, mektup yazamayanlar vardır.

Mutlu olma sanatını da bir teknik olarak bilmeyenler nasıl ki mutlu olamıyorsa ve tıpkı bunun gibi her insan mektup yazamıyorsa, bunları teknik bir konu olarak açıklayabilir miyiz?

Bunda daha başka şeyler; insanla, kişi ile ilgili şeyler yok mu?

Mektup yazmanın bir boşalma olduğunu işitmiştim çok eskiden.
Bana soracak olursanız, ben, böyle bir durum içinde değilim açıkçası.

Boşluğa atılmış; “.. bana kısa bir mektup yazar mısınız,” diyen iletinize yanıt vermek istiyorum ilkin.

Çünkü insancıl bir duygu peşinde olduğunuz sezgisi veriyor bu çağrı bana.

İkincisi, boşalmak için dolmak gerekir, diye düşünürüm. Mektup yazmak da böyle midir?
Mektup! Neden mektup! Aslında sizi bu yeni serüvene sürükleyen bulmacayı merak ediyorum.

Arayışınız nedir? Kimin için mektup yazmaya baş vurmaktasınız, bilemem fakat belki siz açıklayabilirsiniz bunu.

En iyisi fazla uzatmadan kendimden söz edeyim.

Bu biraz daha mektup olur sanırım. (Biraz daha mektup olmak, olmamak nedir bunu da düşüneceğim.) Kendimden söz etmeden önce, ayrıca merak ettiğim bir konu daha var.

Dramatik bir gerilim olmadan mektup olmaz mı? “Ben kimim” ya da “sen kimsin” sorusunu da içine alan yaklaşım türü, dramatik olanı içinde barındırır mı?

Değerli…

Size yazmak için ayırdığım süre apansızın doldu. Ne oldu bilmiyorum aslında.

Zil çaldı! İçimde bir tren sesi duyar gibiyim. Nerede olduğumu bilmeden kalkmakta olan bir trene doğru, bir peronda koşuyorum.

Evet! Evet, hızlı bir trene doğru koşarken görüyorum kendimi.

Köklerinden uzak bir ülkede yaşamak gibi, insan zaman zaman kendisinden uzaklaşır.

Belkide böyle bir şey oldu. Evet süre doldu. Mektup yazmak da belki biraz böyledir.

İlk fırsatta yazmak üzere size tekrar döneceğim.

Mektubunuzun sonunda ; “sevgi, içtenlik…” diyorsunuz…

İçtenlik sizin olsun, (ki içtenlik sizin olursa) sevgi benim…

Tekin Sonmez

New York





Siz de bana bir mektup yazın; Dördüncü yazı

Değerli Okur,

Üç yazı ile sizlere ulaşmak isterken, bakın neler oldu. Kısa bir toparlama yapalım. Size “Sevgili Dünya” başlıklı bir mektup yazı ilettim.
Dünyanın neresinde olursak olalım sıradan, benzerleri gibi günübirlik bir konu.

Fakat sözkonusu mektup yazınsal metin kıvamında, belli bir dil dağarını sergileyerek konuya eğiliyor. Bu mektupta bulunan edebi metin tekniğine, başka örnekler vererek daha sonra döneceğim.
Kısacası bu mektupta, içinden çıkılmaz sorunlarla başı belada olan, başka bir tanımla “mavi gezegen” denilen dünyamız konu ediliyor.
Dünyamızı ne hale soktuğumuz ortada. Konuşacak fazla söz yok bu konuda.

İşin daha ilginç yanı, bir bölgede bir felaket olunca, oradan başka bir bölgeye kitlesel kaçış yaşanır.
Bu temel gerçeğe karşın, insanlığın kitlesel olarak kaçmayı başaracakları başka bir dünya, başka bir yeryüzü de yok.
Bu bilinen gerçeğe karşın, insanlık üzerinde yaşadığı dünyayı yaşanmaz kılmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Her bireyin, her toplumun bunda farklı oranlarla payı var.
Ne söylenebilir! Konu bireysel olduğu kadar kitleseldir.

Tüm bu bilinen gerçeklerle birlikte, türsel olarak bireysel bir “mektup” örneği ile “TekinSonMez Blog” açılışını yaptım.
Bilim insanı olmadığıma göre, dünyamızın durumunu otopsi masasına yatıracak değilim. Her birey kendi işini iyi yapsın!

Bu ilkeyi gözönünde tutarak, bir romancı, bir deneme yazarı olarak kendi alanımı öne çıkararak sizlere seslenmek istedim.
“Mektup türü yazınsal metinlerin temelidir,” dedim. Bunu olduğundan fazla abarttığım düşünülebilir.
Fakat öte yandan dünyamızın bugünkü durumu ile; mektup / edebiyat arası ilişkilere daha sonra döneceğim.
Yanlış ve doğru bir arada yaşayan ikiz kardeş gibidir. Başka bir açıdan yanlış da, doğru da yoktur kimilerine göre.

Bununla birlikte doğrudan algı, yalın algı açısından sözcükleri seçme durumundayız. Karmaşık, yoğun algı için daha sonra düşüneceğiz.
Kendimizi, durumumuzu, öteki insanlarla ve öteki nesnelerle anlaşılır ilişkilerimizi betimlememiz de bunlara bağlı.
Anlaşılır olan aşkı, ölümü, ayrılığı, açlığı, yoksulluğu, gereksinimleri vb. betimlememiz de…

Anlaşılırlığı zor olanlar bir süre bir yanda dursunlar. Yazınsal metinler, edebiyat biraz da zor olanı başarmak, karmaşık duyguları anlaşılır kılmak, ya da karmaşık olanları algı masasına sermektir.

Uzun sözün özü; sözcükler yazınsal metinlere dönük duracaksa; roman, öykü, deneme, mektup gibi edebiyat türleri yazım alanımız olacaksa bir yerden başlamamız gerekiyor.

Edebiyat türleri salt yazarın kendini betimleme, öznel düşüncesini, duyumunu açıklama aracı değildir; toplumlar, kitleler de vardır işin içinde.
Yazınsal metinler kitleleri betimlerken, dönüşüm işlevselliği ile kitlelerle iletişim kurma görevi de üstlenir.
Edebiyat ürünleri bir anlamda toplumun boy aynasıdır, diyenler de var. Siz ne dersiniz bilemem fakat ben buna yeter de derim, yetmez de derim.

Birey, toplum, kitleselleşen nüfus hareketleri işin içine girer ve burada; “sözlü diller, uygarlaşma sarmalına yetmez,” gerçeğini yaşarız.
Burada; “yazınsal metin, edebiyat dili, uygarlaşmanın da göstergesi olur,”deriz.

Sözlü dil yetmez insana; bireye ve topluma değişen dünyayı algılama için.
Toplum, tüm bireyleri ile kitlesel bir yazarlar korosu oluşturmak durumunda değildir, evet.

Fakat toplum, yaşadığı çağı nasıl, ne tür bir algı aynasında kavrayacak sorusu da var öte yandan. Ben diyorum ki, haydi başa dönelim.
Sizden bir dilekte bulunmuş ve “konu ne olursa olsun, bana kısa bir mektup yazar mısınız,” diye sormuştum.
Dünyanın neresinde olursak olalım, işte şimdi sıra sizde, lütfen, haydi görelim bakalım…

Yazınsal metinlerle bağlantı, kitleselleşen nüfus hareketleri, düşünsel açıdan ortak iletişim merceği olan dil bundan sonra gelsinler.
Değişen gerçek ve değişmeyen algı bundan sonra gelsinler.
Mektup türü yazınsal metinlerin temelidir, konusunu da bu arada silbaştan yeniden düşünebiliriz.

Tekin Sonmez
Maryland

“Dördüncü Yazı; Siz de bana bir mektup yazın…

Mektup türü yazınsal metinlerin temelidir; Üçüncü yazı

Mektup türü yazınsal metinlerin temelidir.

İlk gün yazısında “Sevgili Dünya” başlıklı bir “mektup” yazı var.

İlk gün neden bir mektup örneği sundum, buna geçmeden önce, yazınsal metinler olmadan uygarlık olmaz, tümcesini anımsayacaksınız.

Evet! Bu tümce, kısa bir başlangıç / giriş; “Neden TekinSonMez Blog” parçası ile sunulmuştu.

Benim temel tezim şudur. Sözlü dillerle yetinenler tarihin tekerleği altında kalılar. Sözlü diller, uygarlaşma sarmalına yetmez. Dahası var, sözlü dillerle yola çıkanlar ve ifade aracı olarak sözlü dille yetinen kavimler yok olurlar.

Yazınsal metin dili edinemeyen toplumların bireyleri, öteki dilleri öğrenmekte zorlanırlar ve hatta başarısızlığa uğrarlar. Yazınsal metin dili demek, o bireyin kendi dilinin yazılımını da iyi bilmesi demektir. Yazınsal metin, edebiyat dili, uygarlaşmanın da göstergesi olur.

Yazınsal metinlerler; roman, deneme, öykü, söyleşi gibi teknik kullanımları farklı türlerdir.

Oryantal kahve kültürüna bağlı olan toplumlarda sözlü iletişim başat bir ifade aracı olduğu için, yazınsal metinlerle ilişki kitleselleşemez.

Kitleselleşerek mektup yazmayı sağlayamamış toplumlardan geldiğimizi unutmayalım.

Bu ne demektir? Sözlü dillerden, yazınsal metin diline geçme evresini yaşamamak demektir.

Yazınsal metin diline kitlesel olarak geçme evresini yaşamamak, kitlesel olarak uygarlaşmada sorunlar yaşamak demektir.

Böylece mektup türünün, neden temel bir yazım yolu olduğu; şöyle ki mektup yazımında kitleselleşme olmaz ise kitlesel uygarlaşma olmaz ilkesi ortaya çıktı.

Bu düşünceye nasıl vardım, diye bana sorabilirsiniz.

Ben de sizden bir dilekte bulunacağım. Haydi, görelim bakalım!

Lütfen, konu ne olursa olsun, bana kısa bir mektup yazar mısınız?

Tekin Sonmez
Maryland 2 Ocak 2009

Sevgili Dünya… Yeni Yılda bir “Mektup” türü; İkinci yazı

Sevgili Dünya! Gelmekte olan 2009 yılı için esenlik dileklerime izin verecek misin?

“Kimin adına ve ne için esenlik dilekleri” diye sorma bana. Evet, senin için senin adına esenlik dilekleri! Senin için her şey. Evet! İyi bildin! Çünkü, 2009 senin geleceğin olduğu kadar benim de geleceğimdir, Sevgili Yeryüzü!

“Benim için ne yaptın,” diye sorma bana! Yollardayım senin için doğduğum günden beri.

“Yoruldum, yeter artık,” dediğim oldu mu hiç? Ev, mülk, para hırsım oldu mu hiç? Annemin elime ilk kalem tutuşturduğu günü unutmuş değilim. O günden bu yana sadece elimde bir kalem olsun istedim. Kimler için mi kalem?

Sesi soluğu kısılmışlar için, sessiz dünyalar için, şöyle ki üzerinde besleyip büyüttüğün, yedirip içirerek yaşattıklarınla senin için… Bak! Elimde kalem dimdik ayaktayım yine.

Yaşadığım bireysel her acıya, her yenilgiye birer çizgi çekerek yine her sabah sıfırdan başlayacak kadar buradayım. Buradayım ve ilk başta oldugu gibi yanındayım.

Her sabah gelmekte olan güne başlayacak kadar seninleyim Sevgili Dünya. Şöyle ki yaşam sevincini sen verdin bana; su, toprak, hava ve güneşe doğru her sabah yeniden umutla koşma hevesini verdin.

Kullandığım dil ‘Türkçe’nin sesleri arasında yazma erdemini ve sessiz insanların; sakin dalgaların dipten gelen sözcüsü olma sorumluluğunu verdin bana.

Türkçe, bu dil diyalektik bir dönüşümle sana seslenme gizemi, seninle iletişim kurma gizi verdi, havada uçan sözü unutkan bellek için yazıya geçirme gücü verdi bana.

Her sabah sıfırdan başlama tılsımı verdin. İşte önceki yazdıklarıma birer çizik attım ve her konuyu yeni baştan aldım ellerime.

Duygularımı yazacak kadar taze bir güçle Sevgili Dünya, Sevgili Yeryüzü 2009 yılı için önündeyim senin.

Aramızda kalsın fakat hiç yakındım mı sana? Her zaman geriden başlamak zorunda kaldığım için sana sitem ettim mi hiç?

Evet bu sözlerimin romantik duyarlıkla yüklü olduğunu söylüyorsun bana. Olsun! Evet biliyorum değişen hiçbir şey yok!

Evet; savaşlar, açlık, yoksulluk, işkence, yağma, talan, adil olmayan uygulamalar, acılar ve korku yine var evet, kara bulutlar gibi korku var Sevgili Dünya, Sevgili Yeryüzü senin üzerinde.

Anneler korku çağını yaşayarak yeni kurbanlar olarak acılar içinde çocuk doğuruyorlar yine. Su, toprak, hava, ateş korku içinde tir tir titremiyor mu sorarım sana da?

İktidar gücünü ellerine geçirenler… Daha dün mazlum oldukları halde, iktidar gücünü bugün karanlık bir gece gibi insanların üzerine gerenler var Sevgili Dünya. Nereye baksan korku! Korku!

Geceleri, sabaha doğru kaldırılıp götürülme korkusuyla uyku girmiyor insanların gözlerine. Korkudan su içemez, ekmek yiyemez oldular! Nereye elini uzatsan nitrik asit, civa, oksijen yerine ağır metalik parçacıklar akciğerlerimizde, arsenik, kurşun, kükürt; içtiğimiz suda, yediğimiz ekmekte, soluduğumuz havada… ve bunların yaydığı korku ağı ölümcül bir sayrılık gibi yoğunlaşmakta senin üzerinde Sevgili Yeryüzü…

Evet korkudan söz ediyorum. Yazarları korku içinde olan ülkelerde ne var ne yok diye sorma bana. Değişen hiçbir yeni şey yok, diyorum bunun için, inan bana. Yazarlar yine geceyarılarında alınıp, bilinmedik yerlere götürülüyorlar.

Bana gelince 2009 yılında da koşuyorum. Başkaları ile değil kendisi ile yarışan her yazar koşuyor benimle ve ben ilk başladığım gün gibi Türkçe bayrağı elimde tüm kulvarlarda yarışıyorum kendimle.

Yaşasın Dünya, diyorum. Çünkü sen demek, Sevgili Yeryüzü, insanlık demektir; şöyle ki 2009 yılı senin geleceğin olduğu kadar renk, ırk, dil, cinsiyet, genç, yaşlı ayırmadan tüm insanlığın ve tüm canlıların da geleceğidir.

İşte söz veriyorum her sözcük, her düşünce; her şey bu nedenle senin için… Söz veriyorum, sana kavuşuncaya dek bu dili bana ödünç verilen ‘Türkçe’yi en iyi şekilde kullanacağım.

Bugüne dek bana sunduğun güzellikler icin teşekkür borcumu unutmuyorum.

Bu nedenle önündeyim işte! Ne olur Sevgili Dünya, sana esenlikli 2009 yılı dileklerimi onayla ve sözlerimi gerçekleştirmem için bir yıl daha bana izin ve fırsat ver!

Görüyorsun! ‘Yoruldum, yeter artık, ‘ demiyorum. 2009 yılında da sonuna dek senin güzelliklerin, esenliğin ve çocuklarımızın geleceği için izin ver kalemim elimde olsun…

Tekin Sonmez
Maryland

Neden “TekinSonMez Blog?" İlk yazı

Değerli Okur, Değerli Okur/Yazar,

Yazınsal metinleri olmayan uluslar yok olurlar. Şöyle ki sözlü dil ulus olmaya yetmez.

Dil olmadan roman, deneme, öykü, mektup, söyleşi gibi yazınsal metinler olmaz; yazınsal metinler olmadan uygarlık olmaz.

Yazar olmanın gizlerinden birisi, dili iyi kullanmaktır. İkinci sırada ise “türler” arası geçişler ve ilişkiler yerini alır.

Üçüncüsü; konular arası bağlantılarla “dili damıtık” kullanabilmek ve yukarıdan aşağıya, baştan sona doğru tüm “teknik elemanları kurgu çatısı” altına almaktır.

“Özgün olma” bundan sonra gelir.Yukarıdaki ögeler yoksa, özgün olmak diye bir günden maddesi de doğallıkl a olmaz o yazar; o okur/yazar için.

Bir de yazar, yapıt yaşam üçgeni var yazarımızın sözlüğünde. Şöyle ki bu satırların yazarının gündeminde. Evet işte böyle, böyle…

Değişik türler ve değişik konularla sizlere sesleneceğim “TekinSonMez Blog” ile yeni yılın ilk gününde yukarıdaki özel bir “mektup” türü ile karşınızdayım.

“TekinSonMez Blog” ile sadece yeni yılın ilk gününde yukarıdaki özel bir “mektup” türü ile karşınızda olmayacağım.

“TekinSonMez Blog” neden? Ne gerek var buna sorusunun yanıtı da sizlerle iletişim kurduğum oranda ortaya çıkacak.

Burada tümce arası bir gönderme de bu satırların yazarına var. Yazarımız elini sıkı tutacak kendi kalemine karşı. Neden? Buna da sıra gelecek!

Şöyle ki sizlerle iletişim kurduğu oranda bu soruların yanıtları ortaya çıkacak diye araya giriyorum. Sizlere karşı açıksözlü olmam gerekiyor.

Fakat sizler ilgi göstermeseniz de ben bir roman ve deneme yazarı olarak, şöyle ki bu satırların yazarı olarak kendimle iletişim kuracağım, diye bir yanıt veriyor yazarımız.

Dahası kendimle iletişim kurabildiğim oranda “TekinSonMez Blog” işlevsel olarak gündemde yerini alacak, diye bir de vurgu var, unutmayalım.

Görüyorsunuz hem zor, hem kolay! Sadece bu kadar da değil. Bu satırların yazarı da “TekinSonMez Blog” ile kendi gündemini kuracak. Olmasın mı?

Ne demiştik? Yazınsal metinleri olmayan uluslar yok olurlar.Yazınsal metinlerle yaşamsal kılgısal evrilmesini başaran Türkçe yok olmasın.

Daha sonra deneme, öykü, masal, söyleşi türlerinde değişik konularla karşınızda olacağım.

Evet yukarıda “mektup” türünde 2008 için bir son gün yazısı var.

Fakat bu 2009 için bir başlangıç yazısıdır aynı zamanda…

2009 yılının sizlere, ülkemize ve dünyaya esenlik getirmesi dileklerimi sunuyorum.

Tekin Sonmez

Maryland