16 Temmuz 2009 Perşembe

İki mektup Ekin ve Erol ve kent; On altıncı yazı

Providence çıkışlı bir mektup geldi. İletiyi yazan kişinin adı Ekin. Özyaşam verilmediği için bir tanıtım göremiyoruz. Ekin kimdir?

Bir kitap kurdu olduğunu söylemek nasıl olur? En iyisi onu ilk mektubu ile tanımak! Şöyle yazıyordu; “..bu aralar tam bir öykü yazamadım. Şu son aylarda okul oldukça zorladı, fırsat bulamadım ama kitap okumalarıma ara vermedim. En son ‘Oscar Wilde’ın ‘Dorian Gray'ın Portresi’yle ‘George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ni okudum. ‘Hayvan Çiftliği’ni bundan beş yıl önce okutmuşlardı okulda ama pek birşey anlamamıştım, şimdi daha iyi anladım. Şimdi de ‘Sevgi Soysal’ın ‘Hoşgeldin Ölüm ve Tutkulu Perçem’ adlı kitabını okuyorum."

Kaç yaşında olduğunu bilmediğim için kitap/zihinsel bağlantı(Hayvan Çiftliği’ni bundan beş yıl önce okutmuşlardı okulda ama pek birşey anlamamıştım,diyor)konusuna değinmedim ve Ekin’den Providence çıkışlı bir mektup.. diye başladım.. evet, fakat, bu kentin USA’da olduğunu öğreniyoruz bu mektupla. Bu kent üzerine fazla bilgimiz yoktu. Elimizde fotoğraf da yok. Gelen mektup şöyle; “Providence'a geleli birkaç gün oldu. Dün çıkıp biraz dolaşmak istedim.

"Hava oldukça sıcak. Burada sokakta, insan rahatlıkla yürüyebilir, fazla insan yok sokaklarda. Şehir oldukça düzenli kurulmuş, şehrin meydanına doğru yürüdükçe büyük binalar azalıyor fakat otobüs duraklarının olduğu yeri geçtikten sonra binalar tekrardan çoğalıyor.

“Meydanda sağlı sollu kaldırımlarda seyyar satıcılar duruyor.Kimisi cd, dvd satıyor kimisi incik boncuk... Meydandan devam edince nehiri görüyorum. İnsana sakinlik veren bir havası var. Suyu oldukça durgun... Birkaç bot hareket ediyor üstünde. Nehirin hemen üzerinde bulunan köprüden araçlar geçiyor. Nehrin belli kısımlarında ızgaralar var, onların üzerinde de yanmış odunlar bulunuyor. Bu odunların her ayın belli bir günü akşam vaktinde yakıp eğlenceler düzenliyorlar.

“Nehri geçip biraz yokuş yürüdükten sonra ormanlık bir alan gibi olan Brown Üniversitesi'ne geliniyor. Oralardan dümdüz yürüyünce yine bir caddeye geliniyor. Burada da değişik restorantlar ve mağazalar var.

“Akşam vakitlerinde dolaşmak oldukça keyifli... Durmadan, dümdüz devam edince evlerin sıklaştığı, ağaçların bulunduğu bir bölgeye geliniyor. Şehir oldukça sakin, hafta sonu geceleri biraz hareketleniyor fakat o da fazla olmuyor.”

Şöyle yazmış. “Şehir oldukça düzenli kurulmuş..”, “şehrin meydanına doğru yürüdükçe..” alıntılarla da görüldüğü gibi; Ekin, mektubunu yazdığı sırada, “şehir” sözcüğünü kendisine daha yakın bulmuş.

Kent ve yazar nedir? Stockholm söz konusu olunca August Strindberg hemen dilimin ucuna gelir.'Kentler yazarlarıyla, sanatçılarıyla ölümsüzleşir' başlıklı bir deneme yazmıştım.

İzmir’den Erol; “Site’, ‘şehir’, ‘kent’; tarihi değişim, gelişim sırasına (belki de aynı olgulardır)üç kelimeyle ilgili görüşlerinize gereksinim duydum. Aydınlatırsanız sevinirim,” diye yazmıştı. Kendisine o günlerde yanıt verememiştim. Sorduğu dizgeler ışığında yanıt vermiyor hem de yanıt veriyor; sözcükler, kişiler.. diyorum.

Beride “Ekin, mektubunu yazdığı sırada, ‘şehir’ sözcüğünü kendisine daha yakın bulmuş,” dedim. Bize, daha özü kendimize, algı dağarımıza yakın sözcüklerle düşünürsek; kullanılan sözcük; ‘kent’ olsun, ‘şehir’ olsun, ‘site’ olsun, ne değişir? Benim algı dağarım üçünü de ayrıştırabiliyor, fakat seçici olarak ‘kent’ sözcüğünü yeğliyorum.

Burada bir bağ var;'kendimize yakın sözcüklerle düşünürsek,' bana yakın bir sözcükle bakın altı ay önce neler yazmışım! Bir kenti tanımlamak;Şöyle; “Sanata kucak açtıkları için, üzerlerinden yüzyıllar geçse de o kentler yaşama yeni başlayan çocuklar gibi gençtirler ve gelecek için kollarını açmış anneler gibi dünyayı kucaklayacak kentler bunların arasından sıyrılarak çıkar geleceğe.

“Böyle kentler hem çağcıl efsanelerle iç içe yaşarlar fakat, bununla birlikte sanal bir masal kenti de değildirler.Şimdi dönüp bir kez daha bakıyorum da,Stockholm neden hem dünyasal hem de evrensel bir kent oldu ve hangi nedenle masal kenti değildir, diye soruyorum kendime. Bakınız; http://stockholmtekinsonmez.blogspot.com

“..gerçek sanatçılar unutulmak üzere gün gelip de sessiz ve törensiz geçip giderken, sadece birkaç kitap/yapıt bırakmazlar geride ve bakın; yazarlar, mimarlar, ressamlar; örneğin Stockholm Operası gibi ancak sanatın akciğerleriyle soluk alıp veren bir kent de bırakırlar." Diyalektik düşünme yöntemini kendisine yakın bulan Erol Bey; ‘tarihi değişim, gelişim sırasına’ eğilmek daha özü değinmek istiyor. Bunu da anlıyorum ve yakınlık duyumsuyorum. Bu konu işlenebilir ve ilk mektupların yazıldığı Anadolu kentlerinden söz edilebilir.

Büyük Kapadokya’da yazınsal metin düzeyinde (zamana yazılmış) ilk mektup Hitit Kralı (İÖ. 1620-1590) Mursilis’ten günümüze ulaşıyor. C.W.Ceram, ‘Tanrıların Vatanı Anadolu’adlı yapıtında, bu mektup için, '.. edebiyatın başlangıcı kabul etmemiz gerekiyor,' der.

Oysa Providence çıkışlı bir mektup, diye yazmaya başladım.
Yazma gerçeğini; bu büyülü gerçeği elleriyle yoklamak isteyen ve bir anlamda bu sırlı yazın dünyasının içinde soluk alıp vermeye istekli görünen Ekin’in mektubunu yukarıda yayınladım.

Bir yerde; ‘mektup, insanın kendisinden dışarı çıkmasıdır,’ dedim. Bunda gerçek payı yok mu? Bakın ben yazarken bugün Mursilis, Hititler ve tarih çağları öncesi dönemlere, Anadolu’ya gittim.Bugün, şu anda böyle bir gerçeklikle yakınlaştım, fakat ya yarın! Yarın aynı sözcük beni benden çeker ve başka nesneler, duyumlar dünyasına götürür. Yazmanın bir gizi de buradadır.

Tarih, sanat gibi ögelerin yanı sıra Stockholm'u kent yapan giz, doğa sanatlarının doğaçtan algılandığı bir kentlilikle birlikte; insanların sürekli gelip geçtikleri sahil boyunda hem merkez çevrede bile kent ördeklerinin, (en üstteki fotoğrafta görüleceği gibi) uzun ışıklı beyaz gecelerde korkusuzca yatıya hazırlandıkları bir kent olmasıdır.